Doğru Sayısı: Yanlış Sayısı:
Kullanımı hakkında:
1. Türkçe kelimelerden birini seçin. Seçtiğiniz kelime kırmızı olarak renklenecektir. Seçtiğiniz kelime ile ilgili bilgiler alt tarafta görüntülenecektir.
2. Tablodan karşılığı olduğunu düşündüğünüz satırdaki boş (veya kırmızı ile yazılı kelime olan) hücreye tıklayınız.
3. Seçtiğiniz kelime karşılığı olarak DOĞRU ise YEŞİL olarak hücreye yazılacaktır.
4. Seçtiğiniz kelime karşılığı olarak DOĞRU DEĞİL ise KIRMIZI olarak hücreye yazılacaktır.
5. Sorularınız, istekleriniz ve diğer surelerle ilgili çalışmaları talep etmek için tkuzan@gmail.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Turgut Kuzan - https://turgutkuzan.com/ - Aralık 2024
Arapça | Okunuş | Türkçe | Dilbilgisi | Meal | Ayet | İndex |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 2:39 Nankörlüğe sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar, ateşin dostu olacaklardır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ | 002:039:004 |
بِايَاتِي | biāyātī | benim ayetlerimi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri car mecrur ya muttasıl (bitişik) zamir | 2:41 Beraberinizdekini doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın. Onu ilk inkar eden siz olmayın. Benim ayetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Ve yalnız benden sakının. | وَامِنُوا بِمَا أَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلَا تَشْتَرُوا بِايَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ | 002:041:014 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 2:61 Siz şöyle demiştiniz: "Ey Mûsa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız, bizim için Rabb'ine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin." Mûsa şöyle demişti: "Siz daha aşağı bir nimeti daha üstün bir nimete mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır." Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah'tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı. | وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نَصْبِرَ عَلَىٰ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَىٰ بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُوا مِصْرًا فَإِنَّ لَكُمْ مَا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ | 002:061:050 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 2:73 Şöyle dedik: "Kesilen ineğin bir parçasıyla, öldürülen adama vurun." İşte böyle diriltir Allah ölüleri. Size ayetlerini gösteriyor ki, aklınızı işletebilesiniz. | فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَٰلِكَ يُحْيِي اللَّهُ الْمَوْتَىٰ وَيُرِيكُمْ ايَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ | 002:073:009 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 2:99 And olsun, biz sana açık-seçik ayetler indirdik. Onları, pislik ve sapıklığa bulaşmış olanlardan başkası inkâr etmez. | وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلَّا الْفَاسِقُونَ | 002:099:004 |
ايَةٍ | āyetin | ayeti | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 2:106 Biz bir ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi? | مَا نَنْسَخْ مِنْ ايَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ | 002:106:004 |
ايَةٌ | āyetun | bir ayet (mu'cize) | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 2:118 Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..." Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti. Kalpleri birbirine benzemiştir. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır. | وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا ايَةٌ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ | 002:118:010 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 2:118 Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..." Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti. Kalpleri birbirine benzemiştir. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır. | وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا ايَةٌ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ | 002:118:022 |
ايَاتِكَ | āyātike | senin ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 2. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub kaf muttasıl (bitişik) zamir | 2:129 "Rabb'imiz! İçlerinden onlara, senin ayetlerini okuyacak, kendilerine Kitap'ı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyip arındıracak bir resul gönder. Sen, evet sen, Azîz'sin, tüm ululuk ve onurun sahibisin; Hakîm'sin, tüm hikmetlerin kaynağısın." | رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ ايَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ | 002:129:008 |
ايَةٍ | āyetin | ayeti | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 2:145 Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun. | وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ ايَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَ وَمَا أَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ إِنَّكَ إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ | 002:145:007 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mansub «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 2:151 Nitekim size aranızdan bir resul göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor, size Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor, size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor. | كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ ايَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ | 002:151:008 |
لَايَاتٍ | lāyātin | elbette deliller vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 2:164 Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgarların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır. | إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 002:164:041 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 2:187 Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılınmıştır. Onlar sizin için giysidir, siz de onlar için giysisiniz. Allah sizin öz benliklerinize yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tövbelerinizi kabul edip sizi affetmiştir. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın. Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz sırada zevcelerinizle cinsel temas kurmayın. İşte bunlar Allah'ın yasaklarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler. | أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَىٰ نِسَائِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَأَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ أَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْ فَالْانَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنْتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ ايَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ | 002:187:062 |
ايَةٍ | āyetin | ayetlerden | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 2:211 Sor İsrailoğulları'na, onlara nice açık ayet verdik. Kim Allah'ın nimetini, o kendisine geldikten sonra başka kılığa sokarsa kuşku duymasın ki, Allah'ın azabı pek zorludur. | سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ اتَيْنَاهُمْ مِنْ ايَةٍ بَيِّنَةٍ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ | 002:211:007 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 2:219 Sana uyuşturucuyu/şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: "Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. | يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ | 002:219:024 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 2:221 Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin. Özgürlüğünden yoksun inanmış bir kadın, müşrik bir kadından - müşrik kadın sizin hoşunuza gitse de - çok daha hayırlıdır. Müşrik erkeklerle de onlar iman edinceye kadar nikâhlanmayın. İnanmış bir köle, müşrik bir erkekten - o hoşunuza gitse de - çok daha hayırlıdır. Bu müşrikler sizleri ateşe çağırır. Allah ise sizi, izniyle cennete ve affa çağırır. Ve ayetlerini insanlara açık açık bildirir ki, düşünüp öğüt alabilsinler. | وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتَّىٰ يُؤْمِنَّ وَلَأَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّىٰ يُؤْمِنُوا وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ أُولَٰئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ وَيُبَيِّنُ ايَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ | 002:221:036 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 2:231 Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamladılar mı ya onları örfe uygun olarak tutun yahut da örfe uygun olarak serbest bırakın. Onları, zulmetmeniz için, zararlarına bir biçimde, tutmayın. Bunu yapan, öz benliğine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini eğlence aracı yapmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve kendisiyle size öğüt vermek için indirdiği Kitap'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi çok iyi bilmektedir. | وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا ايَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ | 002:231:023 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 2:242 Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. | كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ ايَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ | 002:242:005 |
ايَةَ | āyete | alameti | N– ismin -i hali dişil tekil isim mansub | 2:248 Nebileri onlara şöyle söyledi: "Onun mülk ve saltanatının belirtisi o Tâbûtun size gelmesidir. Onun içinde Rabb'inizden bir huzur, Hârun hanedanının, Mûsa hanedanının bıraktığından bir kalıntı vardır, Onu melekler taşır. Eğer iman sahipleri iseniz, bunda sizin için elbette bir ibret vardır." | وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ ايَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ الُ مُوسَىٰ وَالُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ | 002:248:005 |
لَايَةً | lāyeten | kesin bir alamet vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 2:248 Nebileri onlara şöyle söyledi: "Onun mülk ve saltanatının belirtisi o Tâbûtun size gelmesidir. Onun içinde Rabb'inizden bir huzur, Hârun hanedanının, Mûsa hanedanının bıraktığından bir kalıntı vardır, Onu melekler taşır. Eğer iman sahipleri iseniz, bunda sizin için elbette bir ibret vardır." | وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ ايَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ الُ مُوسَىٰ وَالُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ | 002:248:026 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 2:252 İşte bunlar Allah'ın ayetleri. Onları sana hak olarak okuyoruz. Yemin olsun ki sen, gönderilen elçilerdensin. | تِلْكَ ايَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ | 002:252:002 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 2:259 Ya şu kişi gibisini görmedin mı? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti, "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o. "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum." | أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَىٰ قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىٰ يُحْيِي هَٰذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ إِلَىٰ طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانْظُرْ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ ايَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ إِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ | 002:259:047 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 2:266 Herhangi biriniz ister mi ki; altından ırmaklar akan, içinde her tür meyvası olan, hurmalardan,üzümlerden oluşmuş bir bahçesi bulunsun, kendisinin güçsüz-çaresiz yavruları da olsun ve bu haldeyken üstüne ihtiyarlık çöksün, tam bu sırada o bahçeye alevli bir bora isabet etsin de bahçe, baştan başa yansın. Allah size ayetleri işte bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. | أَيَوَدُّ أَحَدُكُمْ أَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاءُ فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ | 002:266:033 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:4 Daha önce insanlara bir yol gösterici olarak Furkan'ı da indirdi. Şu bir gerçek ki, Allah'ın ayetlerini örtüp inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Ve Allah hem Azîz'dir hem intikam alıcı... | مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَأَنْزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ | 003:004:010 |
ايَاتٌ | āyātun | (bazı) ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 3:7 Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez. | هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ ايَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ امَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ | 003:007:007 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 3:11 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin durumu gibi. Ayetlerimizi yalanlamışlardı da Allah, onları günahları yüzünden yakalamıştı. Allah, cezayı çok şiddetli vermektedir. | كَدَأْبِ الِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ | 003:011:008 |
ايَةٌ | āyetun | bir ibret | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 3:13 Yüz yüze gelen şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Biri Allah yolunda çarpışıyordu; ötekisi küfre batmıştı. Allah yolunda çarpışanları, kafa gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, öz yardımıyla dilediğini destekler. İşte bunda, gözleri olanlar için gerçek bir ibret vardır. | قَدْ كَانَ لَكُمْ ايَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأُخْرَىٰ كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ وَاللَّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَنْ يَشَاءُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِأُولِي الْأَبْصَارِ | 003:013:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:19 Allah katında din İslam'dır/barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık/doymazlık/azgınlık/denge noktasından sapma/yalancılık/zulüm/kibir/zinakârlık yüzünden ihtilafa düştü. Kim Allah'ın ayetlerine nankörlük ederse, Allah, hesabı çabucak görecektir. | إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِايَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ | 003:019:021 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:21 Allah'ın ayetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanlar içinden adaletle emredenlerin canına kıyanlar var ya, işte onlara korkunç bir azabı muştula. | إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ | 003:021:004 |
ايَةً | āyeten | bir alamet | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 3:41 Zekeriyya dedi: "Rabbim, bana bir belirti ver." Allah buyurdu: "Sana belirti şudur: "İnsanlarla üç gün, işaretleşme dışında konuşmayacaksın. Rabbini çok an. Akşam-sabah tespih et." | قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي ايَةً قَالَ ايَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ إِلَّا رَمْزًا وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ | 003:041:005 |
ايَتُكَ | āyetuke | senin alametin | N– yalın hal dişil tekil isim PRON– 2. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu kaf muttasıl (bitişik) zamir | 3:41 Zekeriyya dedi: "Rabbim, bana bir belirti ver." Allah buyurdu: "Sana belirti şudur: "İnsanlarla üç gün, işaretleşme dışında konuşmayacaksın. Rabbini çok an. Akşam-sabah tespih et." | قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي ايَةً قَالَ ايَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ إِلَّا رَمْزًا وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ | 003:041:007 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 3:49 Onu Beni İsrail'e şöyle konuşan bir resul yapacak: "Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır." | وَرَسُولًا إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُمْ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ | 003:049:008 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 3:49 Onu Beni İsrail'e şöyle konuşan bir resul yapacak: "Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır." | وَرَسُولًا إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُمْ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِ اللَّهِ وَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ | 003:049:041 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 3:50 "Tevrat'tan önümde bulunanı doğrulayıcıyım. Size haram kılınmış olanın bir kısmını size helal yapacağım. Rabbinizden bir mucize getirdim size. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin." | وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ | 003:050:014 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetler- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 3:58 İşte bu sana ayetlerden ve hikmetlerle dolu Zikir'den okuduğumuzdur. | ذَٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْايَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ | 003:058:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:70 Ey Ehlikitap! Gerçeğe tanık olup durduğunuz halde, Allah'ın ayetlerini neden inkâr ediyorsunuz? | يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ | 003:070:006 |
ايَاتٌ | āyātun | deliller | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 3:97 Açık-seçik deliller, İbrahim'in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Ganî'dir. | فِيهِ ايَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ امِنًا وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ | 003:097:002 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:98 De ki: "Ey Ehlikitap! Allah, yaptıklarınıza tanıklık ederken, Allah'ın ayetlerini neden inkâr ediyorsunuz?" | قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ شَهِيدٌ عَلَىٰ مَا تَعْمَلُونَ | 003:098:007 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 3:101 Allah'ın ayetleri size okunuyor, Resulü de aranızda; peki, nasıl küfre sapıyorsunuz? Kim Allah'a sarılırsa dosdoğru yola iletilmiştir o... | وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنْتُمْ تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ ايَاتُ اللَّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللَّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ | 003:101:006 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 3:103 Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız. | وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ ايَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ | 003:103:032 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 3:108 Bunlar sana Allah'ın ayetleri. Hak olarak okuyoruz sana onları. Allah, âlemlere zulüm istemiyor. | تِلْكَ ايَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعَالَمِينَ | 003:108:002 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:112 Allah'tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmaları dışında, nerede bulunsalar üzerlerine zillet damgası vurulur. Allah'ın hışmına uğramışlardır. Üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerine küfrediyor, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı; isyan etmişlerdi, zulüm ve azgınlık sergiliyorlardı. | ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللَّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ الْأَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ | 003:112:025 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 3:113 Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar. | لَيْسُوا سَوَاءً مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَائِمَةٌ يَتْلُونَ ايَاتِ اللَّهِ انَاءَ اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ | 003:113:009 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 3:118 Ey iman sahipleri! Kendi dışınızdakilerden/seviyenizin altındakilerden bir kimseyi sırdaş edinmeyin. Sizi sarpa sardırıp perişan etmekten çekinmezler. Size sıkıntı verecek şeyi pek severler. Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır. Göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ امَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْايَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ | 003:118:028 |
ايَاتِهِ | āyātihi | (Allah'ın) ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 3:164 Yemin olsun ki, Allah müminlere lütufta bulunup onları minnettar bırakmıştır: Kendi içlerinde onlara öyle bir resul gönderdi ki, onlara Allah'ın ayetlerini okuyor, onları temizleyip arındırıyor, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor. Oysaki onlar, bundan önce açık bir sapıklığın tam içindeydiler. | لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ ايَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ | 003:164:014 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim | 3:190 Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını ve gönlünü işletenler için çok ibretler vardır. | إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَايَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ | 003:190:009 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 3:199 Ehlikitap'tan öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene inanırlar. Allah karşısında ürperirler; Allah'ın ayetlerini basit bir ücret karşılığı satmazlar. İşte bunlar için Rableri katında kendilerine özgü ödüller vardır. Allah, hesabı, çabucak görüverir. | وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلَّهِ لَا يَشْتَرُونَ بِايَاتِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا أُولَٰئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ | 003:199:018 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 4:56 Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe yaslayacağız. Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye, derilerini öncekinden başka derilerle değiştireceğiz. Allah Azîz ve Hakîm'dir. | إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا | 004:056:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerinin | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 4:140 Allah, Kitap'ta size şunu da indirmiştir: Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar, o münafıkların yanında oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde biraraya getirecektir. | وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ ايَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا | 004:140:009 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 4:155 Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "kalplerimiz kılıflıdır" demeleri yüzündendir. Doğrusu, Allah küfürleri yüzünden kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna, iman etmezler. | فَبِمَا نَقْضِهِمْ مِيثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِايَاتِ اللَّهِ وَقَتْلِهِمُ الْأَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ طَبَعَ اللَّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ إِلَّا قَلِيلًا | 004:155:005 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 5:10 Küfre sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, bunlar cehennemin dostlarıdırlar. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ | 005:010:004 |
بِايَاتِي | biāyātī | benim ayetlerimi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri car mecrur ya muttasıl (bitişik) zamir | 5:44 Biz indirdik Tevrat'ı, biz. İyiye ve güzele kılavuz var onda, ışık var. Allah'a teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hakemlik yaparlardı. Kendini Rabb'e adayanlarla ilim ve hikmette derinleşmiş olanlar da Allah'ın Kitabı'ndan korumakla görevli olduklarıyla hükmederlerdi. Zaten onlar Allah'ın Kitabı'na tanıklardı. Artık insanlardan korkmayın, benden korkun da ayetlerimi basit bir ücret karşılığı satmayın. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir. | إِنَّا أَنْزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِايَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ | 005:044:030 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 5:75 Meryem'in oğlu Mesih, bir resulden başkası değildir. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir. Onun annesi de özü-sözü doğru biriydi. İkisi de yemek yerlerdi. Bak nasıl açıklıyoruz onlara ayetleri! Sonra bak, nasıl gerisin geri çevriliyorlar! | مَا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَ انْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْايَاتِ ثُمَّ انْظُرْ أَنَّىٰ يُؤْفَكُونَ | 005:075:021 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 5:86 Küfre sapıp ayetlerimizi yalanlayanlar da cehennemin dostlarıdır. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ | 005:086:004 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 5:89 Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin keffâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydimek, yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz. | لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ذَٰلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ ايَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ | 005:089:043 |
وَايَةً | ve āyeten | ve bir mu'cize (olsun) | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim atıf vavı mansub | 5:114 Meryem oğlu İsa şöyle yakardı: "Allahım, ey Rabbimiz! Üzerimize gökten bir sofra indir de bizim hem öncekilerimize hem sonrakilerimize bir bayram olsun, senden bir mucize olsun. Rızıklandır bizi! Rızık verenlerin en hayırlısı sensin!" | قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنْزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عِيدًا لِأَوَّلِنَا وَاخِرِنَا وَايَةً مِنْكَ وَارْزُقْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ | 005:114:017 |
ايَةٍ | āyetin | ayet | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 6:4 Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelir gelmez, ondan hemen yüz çeviriyorlardı. | وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ ايَةٍ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ | 006:004:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetler- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 6:4 Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelir gelmez, ondan hemen yüz çeviriyorlardı. | وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ ايَةٍ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ | 006:004:006 |
بِايَاتِهِ | biāyātihi | O'nun ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri car mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 6:21 Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şu da bir gerçek ki, zalimler asla kurtulamazlar! | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِايَاتِهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ | 006:021:010 |
ايَةٍ | āyetin | mu'cizeyi | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 6:25 İçlerinden sana kulak verenler vardır; ama biz onu gereğince anlamamaları için kalplerine kılıflar geçirmiş, kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur. Tüm mucizeleri görseler de onlara inanmazlar. Nihayet sana gelip seninle çekişerek söyle derler küfre sapanlar: "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." | وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي اذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ ايَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ | 006:025:017 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 6:27 Ah bir görsen, ateşin başında durdurulup da şöyle dediklerini: "Ne olurdu, geri gönderilsek, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden oluversek." | وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنِي نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِايَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ | 006:027:013 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 6:33 Söylediklerinin seni kederlendirdiğini çok iyi biliyoruz. Gerçek şu ki, onlar seni yalanlamıyorlar; o zalimler Allah'ın ayetlerine karşı direnmekteler. | قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلَٰكِنَّ الظَّالِمِينَ بِايَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ | 006:033:012 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 6:35 Eğer yüz çevirip gitmeleri sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa, yerin içinde bir delik yahut gökte bir merdiven ara da onlara bir mucize getir. Allah dileseydi onları doğru ve güzelde birleştirirdi. Artık cahillerden olma. | وَإِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِايَةٍ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَىٰ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ | 006:035:018 |
ايَةٌ | āyetun | bir mu'cize | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 6:37 Dediler ki: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Kuşkusuz, Allah bir mucize indirmeye Kaadir'dir. Fakat çokları bilmiyorlar." | وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ قَادِرٌ عَلَىٰ أَنْ يُنَزِّلَ ايَةً وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ | 006:037:005 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 6:37 Dediler ki: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Kuşkusuz, Allah bir mucize indirmeye Kaadir'dir. Fakat çokları bilmiyorlar." | وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ قَادِرٌ عَلَىٰ أَنْ يُنَزِّلَ ايَةً وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ | 006:037:015 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:39 Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklara gömülmüş sağır ve dilsizlerdir. Allah, dilediği/dileyen kişiyi şaşırtır, dilediğini/dileyeni de dosdoğru yol üzerine koyar. | وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَنْ يَشَإِ اللَّهُ يُضْلِلْهُ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ | 006:039:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:46 De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar! | قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللَّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَىٰ قُلُوبِكُمْ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِهِ انْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ | 006:046:020 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:49 Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, fenalığa bulaşmaları yüzünden kendilerine azap dokunacaktır. | وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ | 006:049:003 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:54 Ayetlerimize iman edenler sana geldiğinde şöyle söyle: "Selam size! Rabbiniz, benliği üzerine rahmeti yazmıştır. İçinizden her kim bilgisizlikle bir kötülük işler de ardından tövbe edip halini düzeltirse, hiç kuşkusuz, Allah çok affedici, çok merhametlidir." | وَإِذَا جَاءَكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِايَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَىٰ نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ | 006:054:005 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:55 İşte biz, ayetlerimizi bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, günaha sapmışların yolu açık-seçik ortaya çıksın/günaha sapmışların yolunu açık-seçik göresin! | وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ | 006:055:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:65 De ki: "O size, üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye yahut sizi fırka fırka birbirinize düşürerek/fırkalara bölüp içinden çıkılmaz durumlara düşürerek/fırkaları elbise gibi size giydirerek kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya Kaadir'dir." Bak nasıl sıralıyoruz ayetleri, iyice kavrayabilsinler diye. | قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَىٰ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ أَوْ مِنْ تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذِيقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍ انْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ | 006:065:025 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:68 Ayetlerimiz hakkında lakırdıya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya değin onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma. | وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي ايَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَىٰ مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ | 006:068:006 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerine karşı | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 6:93 Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyen kişi ile, "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır? Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! "Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz." | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلَائِكَةُ بَاسِطُو أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ ايَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ | 006:093:048 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:97 Karanın ve denizin karanlıklarında, kendileriyle yol bulmanız için yıldızları hizmetinize veren O'dur! Bilgiden nasipli bir topluluk için ayetleri gerçekten ayrıntılı kılmışızdır. | وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 006:097:014 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:98 Sizi bir tek canlıdan vücuda getiren O'dur! Bu oluşumda bir karar kılma yeri var, bir de emanet olarak kalma yeri. İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık. | وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ | 006:098:011 |
لَايَاتٍ | lāyātin | çok ibret vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim | 6:99 Size gökten su indiren de O'dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık. Hurma ağacının da tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümlerden bağlar, zeytin, nar çıkardık. Birbirine benzeyeni var, benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe! Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için, çok ibret vardır! | وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ انْظُرُوا إِلَىٰ ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكُمْ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 006:099:042 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:105 Ayetleri bu şekilde, çeşitli başlıklarla veriyoruz ki, "Sen ders aldın!" desinler, biz de ilimden nasiplenen bir toplum için onu iyice açıklayalım. | وَكَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 006:105:003 |
ايَةٌ | āyetun | bir mu'cize | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 6:109 Tüm yeminleriyle Allah'a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar. Söyle onlara: "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır." Mucize geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? | وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَاءَتْهُمْ ايَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَا قُلْ إِنَّمَا الْايَاتُ عِنْدَ اللَّهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْ أَنَّهَا إِذَا جَاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ | 006:109:007 |
الْايَاتُ | l-āyātu | Mu'cizeler | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 6:109 Tüm yeminleriyle Allah'a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar. Söyle onlara: "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır." Mucize geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? | وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَاءَتْهُمْ ايَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَا قُلْ إِنَّمَا الْايَاتُ عِنْدَ اللَّهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْ أَنَّهَا إِذَا جَاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ | 006:109:012 |
بِايَاتِهِ | biāyātihi | O'nun ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri car mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 6:118 O halde, O'nun ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin. | فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ إِنْ كُنْتُمْ بِايَاتِهِ مُؤْمِنِينَ | 006:118:009 |
ايَةٌ | āyetun | bir ayet | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 6:124 Onlara bir ayet geldiğinde şöyle demişlerdi: "Allah resullerine verilenin tıpkısı bize de verilmedikçe asla inanmayacağız." Allah resullük görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, oynadıkları oyunlar yüzünden Allah katında bir küçüklük ve şiddetli bir azap öngörülmüştür. | وَإِذَا جَاءَتْهُمْ ايَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتَّىٰ نُؤْتَىٰ مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللَّهِ اللَّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ | 006:124:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 6:126 Rabbinin yolu işte budur; dosdoğru, kıvamında... Biz öğüt alan bir topluluğa ayetleri ayrıntılı bir biçimde açıkladık. | وَهَٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيمًا قَدْ فَصَّلْنَا الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ | 006:126:007 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerimi | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri mansub ya muttasıl (bitişik) zamir | 6:130 Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden, size ayetlerimi anlatan ve şu gününüzle yüz yüze geleceğiniz hususunda sizi uyaran resuller gelmedi mi? "Kendi aleyhimize tanıklık ettik." dediler. İğreti hayat onları aldattı da küfre saptıklarına ilişkin, öz benlikleri aleyhinde tanıklık ettiler. | يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ ايَاتِي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا قَالُوا شَهِدْنَا عَلَىٰ أَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ | 006:130:011 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:150 Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. | قُلْ هَلُمَّ شُهَدَاءَكُمُ الَّذِينَ يَشْهَدُونَ أَنَّ اللَّهَ حَرَّمَ هَٰذَا فَإِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ | 006:150:020 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 6:157 Şunu da söylemelisiniz: "Eğer bize Kitap indirilmiş olsaydı, onlardan daha doğru yürüyüşlü olurduk." Artık size Rabbinizden bir beyyine, bir kılavuz ve bir rahmet gelmiş bulunuyor. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim var? Ayetlerimize sırt dönenleri, yüz çevirmeleri yüzünden azabın en acıklısıyla cezalandıracağız. | أَوْ تَقُولُوا لَوْ أَنَّا أُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا أَهْدَىٰ مِنْهُمْ فَقَدْ جَاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِايَاتِ اللَّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ ايَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ | 006:157:022 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 6:157 Şunu da söylemelisiniz: "Eğer bize Kitap indirilmiş olsaydı, onlardan daha doğru yürüyüşlü olurduk." Artık size Rabbinizden bir beyyine, bir kılavuz ve bir rahmet gelmiş bulunuyor. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim var? Ayetlerimize sırt dönenleri, yüz çevirmeleri yüzünden azabın en acıklısıyla cezalandıracağız. | أَوْ تَقُولُوا لَوْ أَنَّا أُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا أَهْدَىٰ مِنْهُمْ فَقَدْ جَاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِايَاتِ اللَّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ ايَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ | 006:157:030 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerinin | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 6:158 Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin gelmesini mi, Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır sahibi olamamış kişiye imanı hiçbir yarar sağlamayacaktır. De ki: "Bekleyin! Doğrusu biz de bekliyoruz." | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ امَنَتْ مِنْ قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ | 006:158:013 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 6:158 Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin gelmesini mi, Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır sahibi olamamış kişiye imanı hiçbir yarar sağlamayacaktır. De ki: "Bekleyin! Doğrusu biz de bekliyoruz." | هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ ايَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ امَنَتْ مِنْ قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ | 006:158:018 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:9 Ölçülüp tartılacak şeyleri hafif kalanlara gelince, işte onlar, ayetlerimize karşı zalimce davranışlar sergilemiş oldukları için, öz benliklerini hüsrana itmiş olacaklar. | وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِايَاتِنَا يَظْلِمُونَ | 007:009:010 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 7:26 Ey ademoğulları! Size, çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik. Ama takva giysisi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor. | يَا بَنِي ادَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىٰ ذَٰلِكَ خَيْرٌ ذَٰلِكَ مِنْ ايَاتِ اللَّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ | 007:026:017 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 7:32 De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindirler." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz. | قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ الَّتِي أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِيَ لِلَّذِينَ امَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 007:032:024 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerimi | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri mansub ya muttasıl (bitişik) zamir | 7:35 Ey ademoğulları! İçinizden size ayetlerimi yüzünüze karşı anlatan resuller geldiğinde, korunup hallerini düzeltenlere hiçbir korku dokunmayacaktır. Onlar tasalanmayacaklardır da. | يَا بَنِي ادَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ ايَاتِي فَمَنِ اتَّقَىٰ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ | 007:035:010 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:36 Ayetlerimizi yalanlayıp onlar karşısında burun kıvıranlara gelince, bunlar ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır onun içinde. | وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ | 007:036:003 |
بِايَاتِهِ | biāyātihi | O'nun ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri car mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 7:37 Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut O'nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim vardır? İşte bunların Kitap'tan nasipleri kendilerine ulaşır, nihayet elçilerimiz onlara gelip canlarını alırken şöyle derler: "Allah dışındaki yakardıklarınız nerede?" Şu cevabı verirler: "Bizden uzaklaşıp kayboldular." Böylece, öz benlikleri aleyhine kendilerinin kafir olduğuna tanıklık ettiler. | فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِايَاتِهِ أُولَٰئِكَ يَنَالُهُمْ نَصِيبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِ حَتَّىٰ إِذَا جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُوا أَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ | 007:037:010 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:40 Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz. | إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّىٰ يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ | 007:040:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:51 Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı. Bugün de biz onları unutuyoruz. | الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَٰذَا وَمَا كَانُوا بِايَاتِنَا يَجْحَدُونَ | 007:051:018 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 7:58 Güzel ve temiz beldenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Pis ve çorak beldeden ise zararlı bitkiden başkası çıkmaz. Şükreden bir topluluk için ayetleri işte böyle çeşitli şekillerde sergiliyoruz. | وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَالَّذِي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ إِلَّا نَكِدًا كَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ | 007:058:015 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:64 Onu yalanladılar. Bunun üzerine biz onu beraberindekileri gemi içinde kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları boğduk. Gözleri görmez bir topluluktu onlar. | فَكَذَّبُوهُ فَأَنْجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا عَمِينَ | 007:064:010 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:72 Nihayet, onu ve beraberindekileri bizden bir rahmetle kurtardık; ayetlerimizi yalanlayanların da kökünü kestik. İnanan kişiler değillerdi onlar. | فَأَنْجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِنِينَ | 007:072:010 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cizedir | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 7:73 Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi." | وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ ايَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | 007:073:024 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:103 Onların ardından Musa'yı, ayetlerimizle Firavun'a ve kodamanlarına gönderdik de ayetlerimiz karşısında zulme saptılar. Bir bak, nasıl olmuştur bozguncuların sonu! | ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَىٰ بِايَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ | 007:103:006 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 7:106 Firavun dedi: "Bir mucize getirdinse, doğru sözlülerden isen onu ortaya çıkar." | قَالَ إِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِايَةٍ فَأْتِ بِهَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ | 007:106:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 7:126 "Sen bizden, sırf Rabbimizin ayetleri bize gelince, onlara iman ettiğimizden ötürü intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Canımızı müslümanlar olarak al." | وَمَا تَنْقِمُ مِنَّا إِلَّا أَنْ امَنَّا بِايَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ | 007:126:007 |
ايَةٍ | āyetin | mu'cize | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 7:132 Şunu da söylediler: "Bizi büyülemek için, bize istediğin kadar ayet getir. Sana inanmayacağız." | وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِنْ ايَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ | 007:132:006 |
ايَاتٍ | āyātin | mu'cizeler olarak | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 7:133 Biz de onlar üzerine, açık mucizeler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de kibre saptılar ve günahkar bir topluluk oluverdiler. | فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ ايَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ | 007:133:008 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:136 Bunun üzerine biz de onlardan öc aldık: Ayetlerimizi yalanladıkları, onlara aldırmazlık ettikleri için hepsini suda bozduk. | فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ | 007:136:008 |
ايَاتِيَ | āyātiye | ayetlerim- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri mecrur ya muttasıl (bitişik) zamir | 7:146 Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar. | سَأَصْرِفُ عَنْ ايَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ ايَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ | 007:146:003 |
ايَةٍ | āyetin | ayeti | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 7:146 Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar. | سَأَصْرِفُ عَنْ ايَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ ايَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ | 007:146:013 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:146 Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar. | سَأَصْرِفُ عَنْ ايَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ ايَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ | 007:146:033 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:147 Ayetlerimizi ve ahirete varılacağını yalan sayanların tüm yaptıkları boşa gitmiştir. Bulacakları karşılık, yapıp ürettiklerinden başkası olmayacaktır. | وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَلِقَاءِ الْاخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ | 007:147:003 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:156 "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım." | وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِايَاتِنَا يُؤْمِنُونَ | 007:156:029 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 7:174 Biz, ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler. | وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ | 007:174:003 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mansub «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:175 Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi. | وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي اتَيْنَاهُ ايَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ | 007:175:006 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:176 Dileseydik onu, o ayetlerle yüceltirdik. Ama o, yere saplandı, iğreti arzularına uydu. Onun durumu şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan dilini sarkıtarak solur, kendi haline bıraksan dilini sarkıtarak solur. Ayetlerimizi yalanlayan toplumun örneği işte budur. Bu hikayeyi anlat ki düşünüp taşınabilsinler. | وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ذَٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ | 007:176:026 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:177 Ayetlerimizi yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Onlar öz benliklerine zulmediyorlardı. | سَاءَ مَثَلًا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَأَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ | 007:177:006 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 7:182 Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilemeyecekleri bir yerden ağır ağır çöküşe götüreceğiz. | وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ | 007:182:003 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 7:203 Onlara bir ayet getirmediğinde, "onu da şurdan burdan derleseydin ya," diye konuşurlar. De ki: "Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir." | وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِايَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَٰذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 007:203:004 |
ايَاتُهُ | āyātuhu | O'nun ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu he muttasıl (bitişik) zamir | 8:2 İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. | إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ ايَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ | 008:002:012 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 8:31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هَٰذَا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ | 008:031:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 8:52 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişi gibi. Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de Allah onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah Kavîdir, çok güçlüdür; azabı çok şiddetli yapandır O. | كَدَأْبِ الِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَفَرُوا بِايَاتِ اللَّهِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ | 008:052:008 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 8:54 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin tavırları gibi. Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı. Biz de onları günahları yüzünden mahvettik. Firavun hanedanını da boğmuştuk. Bunların tümü zulme sapanlardı. | كَدَأْبِ الِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَّبُوا بِايَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا الَ فِرْعَوْنَ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِمِينَ | 008:054:008 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 9:9 Allah'ın ayetlerini nasıl basit bir ücret karşılığı sattılar da Allah'ın yolundan alıkoydular. Gerçekten ne fena şeylerdir onların yapmakta oldukları. | اشْتَرَوْا بِايَاتِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِهِ إِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ | 009:009:002 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 9:11 Bununla birlikte tövbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse, artık sizin, dinde kardeşlerinizdirler. Biz ayetlerimizi, bilen bir topluluk için böyle açık seçik ortaya koyarız. | فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَاتَوُا الزَّكَاةَ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَنُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 009:011:011 |
وَايَاتِهِ | ve āyātihi | ve O'nun ayetleriyle | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri atıf vavı mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 9:65 Onlara sorarsan elbette şöyle diyeceklerdir: "Lakırdıya dalmış, şakalaşıyorduk, hepsi bu!" De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle, O'nun resulüyle mi eğleniyordunuz?" | وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَايَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ | 009:065:010 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 10:1 Elif, Lâm, Râ. İşte sana hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri. | الر تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ | 010:001:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 10:5 Güneş'i ısı ve ışık kaynağı; Ay'ı, hesabı ve yılların sayısını bilesiniz diye bir nur yapıp ona evreler takdir eden O'dur. Allah bütün bunları rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak yaratmıştır. Bilgiyle donanmış bir topluluk için ayetleri ayrıntılı kılıyor. | هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللَّهُ ذَٰلِكَ إِلَّا بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 010:005:021 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim | 10:6 Şu bir gerçek ki, geceyle gündüzün birbiri ardınca değişip durmasında, Allah'ın göklerde ve yerde vücut verdiği şeylerde, sakınan bir topluluk için sayısız ayetler vardır. | إِنَّ فِي اخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ | 010:006:012 |
ايَاتِنَا | āyātinā | bizim ayetlerimiz- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:7Şu bir gerçek ki, bize kavuşmayı ummayanlar, iğreti hayatla tatmin bulup onunla rahatlayanlar ve ayetlerimizden uzaklaşıp gaflete dalanlar, | إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ ايَاتِنَا غَافِلُونَ | 010:007:014 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:15 Ayetlerimiz onlara açık seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir Kur'an getir yahut bunu değiştir." De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim." | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْانٍ غَيْرِ هَٰذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ | 010:015:004 |
بِايَاتِهِ | biāyātihi | O'nun ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri car mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 10:17 Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut onun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim var? Şu bir gerçek ki, suçlular iflah etmezler. | فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِايَاتِهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ | 010:017:010 |
ايَةٌ | āyetun | bir mucize | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 10:20 Şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Gayb, Allah'ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de bekleyenlerdenim." | وَيَقُولُونَ لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّهِ فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلَّهِ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ | 010:020:005 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:21 İnsanlara, kendilerine dokunan bir darlıktan sonra bir rahat tattırdığımızda, ayetlerimiz hakkında hemen bir tuzak sergilerler. De ki: "Tuzak kurma bakımından Allah daha hızlıdır." Zaten, resullerimiz, kurmakta oldukları tuzakları kaydediyorlar. | وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُمْ إِذَا لَهُمْ مَكْرٌ فِي ايَاتِنَا قُلِ اللَّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا إِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ | 010:021:013 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetlerimizi | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 10:24 Şu iğreti hayatın durumu gökten indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve davarların yedikleri yeryüzü bitkisi onunla karışmıştır. Nihayet toprak, takılarını kuşanmış, süslenmiştir. Toprağın sahipleri onun üzerinde egemen olduklarını sanmaktadırlar. Tam bu sırada emrimiz ona gece veya gündüz ulaşmıştır. Ve onu, sanki dün yerinde yokmuş gibi biçip atmışızdır. Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz. | إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْأَنْعَامُ حَتَّىٰ إِذَا أَخَذَتِ الْأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلًا أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْأَمْسِ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 010:024:041 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 10:67 O, odur ki, içinde durup dinlenesiniz diye sizin için geceye vücut verdi, gündüzü de aydınlık kıldı. Hiç kuşkusuz, bunda, dinleyecek bir topluluk için ibretler vardır. | هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ | 010:067:013 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 10:71 Onlara Nûh'un haberini de oku! Hani, toplumuna şöyle demişti: "Eğer benim konumum ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa artık ben, Allah'a dayandım. Siz de ortaklarınızla bir araya gelip işinize bakın. Yapacağınız şey size bir kaygı da vermesin, hükmünüzü bana uygulayın. Ve bana fırsat da vermeyin." | وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِايَاتِ اللَّهِ فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ | 010:071:016 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:73 Bunun üzerine, onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık, onları yöneticiler yaptık; ayetlerimizi yalanlayanları da batırıp boğduk. Bak da gör, önceden uyarılanların sonu nice oluyor! | فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَائِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرِينَ | 010:073:012 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:75 Onların ardından da Mûsa ile Hârun'u ayetlerimiz eşliğinde Firavun ve kurmaylarına gönderdik. Kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk oldular. | ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَىٰ وَهَارُونَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِايَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ | 010:075:010 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 10:92 "Bugün senin bedenini kurtaracağız ki, arkandan gelenlere bir ibret olasın. Ama insanların çoğu bizim ayetlerimizden gerçekten habersiz bulunuyor." | فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ ايَةً وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ ايَاتِنَا لَغَافِلُونَ | 010:092:007 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 10:92 "Bugün senin bedenini kurtaracağız ki, arkandan gelenlere bir ibret olasın. Ama insanların çoğu bizim ayetlerimizden gerçekten habersiz bulunuyor." | فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ ايَةً وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ ايَاتِنَا لَغَافِلُونَ | 010:092:013 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 10:95 Ve sakın ayetlerimizi yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana düşenlerden olursun. | وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِ اللَّهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِرِينَ | 010:095:006 |
ايَةٍ | āyetin | ayetler | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 10:97 Tüm ayetler onlara gelse bile. Ta, o korkunç azabı görünceye kadar... | وَلَوْ جَاءَتْهُمْ كُلُّ ايَةٍ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ | 010:097:004 |
الْايَاتُ | l-āyātu | ayetler | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 10:101 De ki: "Göklerde ve yerde neler var/neler oluyor, bir bakın!" O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir toplumun hiçbir işine yaramaz. | قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا تُغْنِي الْايَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ | 010:101:009 |
ايَاتُهُ | āyātuhu | ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu he muttasıl (bitişik) zamir | 11:1 Elif, Lâm, Râ. Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir. | الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ ايَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ | 011:001:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 11:59 İşte buydu Âd. Rablerinin ayetlerine kafa tuttular, O'nun resullerine isyan ettiler. Ve her inatçı zorbanın emrine uydular. | وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِايَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ | 011:059:004 |
ايَةً | āyeten | bir mucizedir | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 11:64 "Ey toplumum! İşte şu size, Allah'ın bir mucize olan devesi. Rahat bırakın onu. Allah'ın toprağında karnını doyursun. Bir kötülük dokundurmayın ona. Yoksa sizi çok yakın bir azap yakalayıverir." | ويَا قَوْمِ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ ايَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ | 011:064:007 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 11:96 Yemin olsun, Mûsa'yı ayetlerimizle ve açık bir kanıtla gönderdik; | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِايَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ | 011:096:004 |
لَايَةً | lāyeten | ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 11:103 Âhiret azabından korkan için bunda elbette ki bir ibret vardır. O, insanları bir araya getiren bir gündür. Görülesi bir gündür o! | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاخِرَةِ ذَٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ وَذَٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ | 011:103:004 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 12:1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar. | الر تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ | 012:001:003 |
ايَاتٌ | āyātun | ibretler | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 12:7 Yemin olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinde istek ve arayış içinde olanlar için ibretler/işaretler vardır. | لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ ايَاتٌ لِلسَّائِلِينَ | 012:007:006 |
الْايَاتِ | l-āyāti | delilleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 12:35 Bunca delili gördükten sonra bile Yûsuf'u bir süreye kadar zındana tıkmaları kararı onlara egemen oldu. | ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوُا الْايَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّىٰ حِينٍ | 012:035:008 |
ايَةٍ | āyetin | ayet(ler) | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 12:105 Göklerde ve yerde nice mucizeler var ki, yanlarından geçerler de dönüp bakmazlar bile. | وَكَأَيِّنْ مِنْ ايَةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ | 012:105:003 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 13:1 Elif, Lâm, Mîm, Râ. O Kitap'ın ayetleridir bunlar. Ve sana Rabbinden indirilen, haktır. Ne var ki, insanların çokları iman etmezler. | المر تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ | 013:001:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayerleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 13:2 Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları... Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş'i ve Ay'ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O... Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız. | اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ | 013:002:022 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 13:3 Yeri uzatıp döşeyen ve onda oturaklı dağlar ve nehirler vücuda getiren O'dur. Bütün meyvalardan kendi içlerinde ikişer çift yaratmıştır O. Geceyi gündüze sarıp bürümektedir O. Bütün bunlarda derin derin düşünecek bir topluluk için elbette ayetler vardır. | وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 013:003:022 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 13:4 Yeryüzünde birbirine sırt vermiş komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla sulanırlar. Biz bunların, yemişlerde bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Bütün bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ki ibretler vardır. | وَفِي الْأَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَىٰ بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الْأُكُلِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 013:004:025 |
ايَةٌ | āyetun | bir ayet | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 13:7 Küfre sapmış olanlar şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" Sen sadece bir uyarıcısın ve her topluluk için doğruyu ve iyiyi gösteren bir önder vardır. | وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّهِ إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ | 013:007:007 |
ايَةٌ | āyetun | bir ayet | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 13:27 Küfre sapanlar derler ki: "Rabbinden ona bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Allah dilediğini/dileyeni saptırır. Doğruya yöneleni de kendisine iletir." | وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ | 013:027:007 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 13:38 Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik, onlara da eşler ve evlatlar verdik. Hiçbir resul, Allah'ın izni olmadıkça herhangi bir mucize getiremez. Her süre için bir yazı vardır. | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِايَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ | 013:038:015 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle birlikte | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 14:5 Yemin olsun ki, biz Mûsa'yı, "Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlatıp bellet!" diye ayetlerimizle gönderdik. Şu bir gerçek ki, bunda iyice sabreden, çokça şükreden herkes için sayısız ayetler vardır. | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِايَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 014:005:004 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 14:5 Yemin olsun ki, biz Mûsa'yı, "Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlatıp bellet!" diye ayetlerimizle gönderdik. Şu bir gerçek ki, bunda iyice sabreden, çokça şükreden herkes için sayısız ayetler vardır. | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِايَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 014:005:018 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 15:1 Elif, Lâm, Râ. İşte sana o Kitap'ın ve açık anlatımlı Kur'an'ın ayetleri. | الر تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْانٍ مُبِينٍ | 015:001:003 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim | 15:75 Hiç kuşkusuz, bunda, işaretlerden anlam çıkaranlar için ibretler vardır. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ | 015:075:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 15:77 İnananlar için bunda elbette bir ibret vardır. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِلْمُؤْمِنِينَ | 015:077:004 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 15:81 Ayetlerimizi onlara verdik ama onlardan yüz çeviriyorlardı. | وَاتَيْنَاهُمْ ايَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ | 015:081:002 |
لَايَةً | lāyeten | ibret vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 16:11 O suyla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşitten meyvalar bitirir. Hiç kuşkusuz, bunda, derin derin düşünen bir toplum için gerçek bir mucize vardır. | يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 016:011:014 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 16:12 Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da O'nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda, aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır. | وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 016:012:013 |
لَايَةً | lāyeten | ibret vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 16:13 Ve sizin için yeryüzünde, çeşit çeşit renklerde başka şeylere de vücut vermiştir. Bütün bunlarda, düşünüp ibret alacak bir toplum için elbette bir mucize vardır. | وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ | 016:013:011 |
لَايَةً | lāyeten | elbette ibret(ler) | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 16:65 Allah, gökten bir su indirdi de onunla, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verdi. Kuşkusuz, bunda kulak verip dinleyen bir topluluk için mutlaka bir mucize vardır. | وَاللَّهُ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ | 016:065:014 |
لَايَةً | lāyeten | elbette ibret(ler) | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 16:67 Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır. | وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 016:067:013 |
لَايَةً | lāyeten | elbette bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 16:69 "Sonra, meyvaların her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul." Onun karıncıklarından, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifa vardır. Derin derin düşünen bir topluluk için, bunda kesin bir mucize var. | ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 016:069:022 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim | 16:79 Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Allah'tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir topluluk için elbette ki izler, işaretler vardır. | أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 016:079:016 |
ايَةً | āyeten | bir ayeti | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 16:101 Biz bir ayeti, bir başka ayetin yerine koyduğumuzda -ki Allah neyi indirmekte olduğunu daha iyi bilir- şöyle derler: "Sen düpedüz bir iftiracısın." Hayır, öyle değil. Bunların çokları bilmiyorlar. | وَإِذَا بَدَّلْنَا ايَةً مَكَانَ ايَةٍ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ | 016:101:003 |
ايَةٍ | āyetin | bir ayet | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 16:101 Biz bir ayeti, bir başka ayetin yerine koyduğumuzda -ki Allah neyi indirmekte olduğunu daha iyi bilir- şöyle derler: "Sen düpedüz bir iftiracısın." Hayır, öyle değil. Bunların çokları bilmiyorlar. | وَإِذَا بَدَّلْنَا ايَةً مَكَانَ ايَةٍ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ | 016:101:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 16:104 Allah'ın ayetlerine inanmayanlara Allah kılavuzluk etmez. Onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür. | إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِايَاتِ اللَّهِ لَا يَهْدِيهِمُ اللَّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | 016:104:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 16:105 Yalanı ancak, Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. Yalancılık edenler onların ta kendileridir. | إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ | 016:105:007 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizden | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 17:1 Bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescit-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr. | سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ ايَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ | 017:001:017 |
ايَتَيْنِ | āyeteyni | iki ayet | N– ismin -i hali dişil ikil isim mansub | 17:12 Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık; sonra gecenin ayetini silip gündüzün ayetini gösterici yaptık ki, Rabbinizden bir lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıkladık. | وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ ايَتَيْنِ فَمَحَوْنَا ايَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا ايَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلًا | 017:012:004 |
ايَةَ | āyete | ayetini | N– ismin -i hali dişil tekil isim mansub | 17:12 Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık; sonra gecenin ayetini silip gündüzün ayetini gösterici yaptık ki, Rabbinizden bir lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıkladık. | وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ ايَتَيْنِ فَمَحَوْنَا ايَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا ايَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلًا | 017:012:006 |
ايَةَ | āyete | ayetini | N– ismin -i hali dişil tekil isim mansub | 17:12 Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık; sonra gecenin ayetini silip gündüzün ayetini gösterici yaptık ki, Rabbinizden bir lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıkladık. | وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ ايَتَيْنِ فَمَحَوْنَا ايَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا ايَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلًا | 017:012:009 |
بِالْايَاتِ | bil-āyāti | ayetler (mu'cizeler) | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 17:59 Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir. Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onunla kendilerine zulmettiler. Biz, mucizeleri yalnız korkutup sindirmek için göndeririz. | وَمَا مَنَعَنَا أَنْ نُرْسِلَ بِالْايَاتِ إِلَّا أَنْ كَذَّبَ بِهَا الْأَوَّلُونَ وَاتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَا وَمَا نُرْسِلُ بِالْايَاتِ إِلَّا تَخْوِيفًا | 017:059:005 |
بِالْايَاتِ | bil-āyāti | mu'cizeleri | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 17:59 Bizi, mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir. Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onunla kendilerine zulmettiler. Biz, mucizeleri yalnız korkutup sindirmek için göndeririz. | وَمَا مَنَعَنَا أَنْ نُرْسِلَ بِالْايَاتِ إِلَّا أَنْ كَذَّبَ بِهَا الْأَوَّلُونَ وَاتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَا وَمَا نُرْسِلُ بِالْايَاتِ إِلَّا تَخْوِيفًا | 017:059:019 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 17:98 Cezaları işte budur. Çünkü ayetlerimizi inkâr ettiler ve şöyle dediler: "Biz, bir kemik yığını olduktan, unufak hale geldikten sonra mı, sahi bundan sonra mı, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" | ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا بِايَاتِنَا وَقَالُوا أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا | 017:098:005 |
ايَاتٍ | āyātin | mu'cize | N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim mecrur | 17:101 Yemin olsun, biz, Mûsa'ya açık seçik dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor: Hani, Mûsa onlara geldiğinde Firavun ona şöyle demişti: "Ben senin kesinlikle büyülendiğini düşünüyorum, ey Mûsa!" | وَلَقَدْ اتَيْنَا مُوسَىٰ تِسْعَ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَاسْأَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ إِذْ جَاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَىٰ مَسْحُورًا | 017:101:005 |
ايَاتِنَا | āyātinā | bizim ayetlerimizden | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 18:9 Yoksa sen o Ashab-ı Kehf'i, mağara ve kitabe yâranını, bizim ayetlerimizden, hayrete düşüren bir tanesi mi sandın? | أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ ايَاتِنَا عَجَبًا | 018:009:009 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerindendir | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 18:17 Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir velî asla bulamazsın. | وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِنْهُ ذَٰلِكَ مِنْ ايَاتِ اللَّهِ مَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا | 018:017:021 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerimi | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 18:56 Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise bâtıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler. | وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا ايَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا | 018:056:015 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetleri | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 18:57 Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar. | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِايَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي اذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا | 018:057:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 18:105 Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmişler de bütün amelleri boşa çıkmıştır. Bu yüzden kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/onlara hiçbir değer vermeyiz. | أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا | 018:105:004 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerimi | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 18:106 İşte böyle! Cezaları cehennemdir. Çünkü nankörlük ettiler; ayetlerimi ve resullerini eğlence aracı yaptılar. | ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا ايَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا | 018:106:007 |
ايَةً | āyeten | bir işaret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 19:10 Dedi: "Rabbim, bana bir işaret ver." Cevap verdi: "İşaretin, sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşmamandır." | قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي ايَةً قَالَ ايَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا | 019:010:005 |
ايَتُكَ | āyetuke | senin işaretin | N– yalın hal dişil tekil isim PRON– 2. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu kaf muttasıl (bitişik) zamir | 19:10 Dedi: "Rabbim, bana bir işaret ver." Cevap verdi: "İşaretin, sapasağlam olduğun halde üç gece insanlarla konuşmamandır." | قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي ايَةً قَالَ ايَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا | 019:010:007 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 19:21 Dedi: "İşte böyle! Rabbin buyurdu ki: 'O benim için çok kolaydır. Böyle olması onu, insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet yapmamız içindir. Hükme bağlanmış bir iştir bu." | قَالَ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ ايَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَقْضِيًّا | 019:021:009 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 19:58 İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimet lütfettiği peygamberlerdendir: Âdem'in soyundan, Nûh'la birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, kılavuzluk edip seçtiğimiz kimselerden. Kendilerine Rahman'ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdelere kapanırlardı. | أُولَٰئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ مِنْ ذُرِّيَّةِ ادَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُ الرَّحْمَٰنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا | 019:058:025 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 19:73 Onlara ayetlerimiz açık seçik okunduğunda, inkâr edenler inananlara şöyle derler: "İki zümreden hangisi makamca daha üstün, meclisçe daha güzel?" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ امَنُوا أَيُّ الْفَرِيقَيْنِ خَيْرٌ مَقَامًا وَأَحْسَنُ نَدِيًّا | 019:073:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 19:77 Ayetlerimizi inkâr edip, "Bana mal da evlat da kesinlikle verilecek." diyeni gördün mü? | أَفَرَأَيْتَ الَّذِي كَفَرَ بِايَاتِنَا وَقَالَ لَأُوتَيَنَّ مَالًا وَوَلَدًا | 019:077:004 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize olarak | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 20:22 "Bir de elini koynuna sok! Bir başka mucize olarak lekesiz, bembeyaz bir halde çıksın." | وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ ايَةً أُخْرَىٰ | 020:022:010 |
ايَاتِنَا | āyātinā | mu'cizelerimizden | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 20:23 "Böylece sana en büyük mucizelerimizden bazılarını göstereceğiz." | لِنُرِيَكَ مِنْ ايَاتِنَا الْكُبْرَى | 020:023:003 |
بِايَاتِي | biāyātī | ayetlerimi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri car mecrur ya muttasıl (bitişik) zamir | 20:42 "Sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün; beni anmakta gevşeklik etmeyin." | اذْهَبْ أَنْتَ وَأَخُوكَ بِايَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي | 020:042:004 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 20:47 "Hadi gidin ona! Deyin ki; "Biz senin Rabbinin iki resulüyüz. İsrailoğullarını bizimle gönder, onlara işkence etme! Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selam, hidayete uyanlaradır." | فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَىٰ مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَىٰ | 020:047:014 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 20:54 Yiyin, hayvanlarınızı yayıp otlatın. Kuşkusuz bunda, aklı başında insanlar için ibretler vardır. | كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِأُولِي النُّهَىٰ | 020:054:007 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizin | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mansub «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 20:56 Yemin olsun, o Firavun'a ayetlerimizin tamamını gösterdik ama yalanlayıp inadını sürdürdü. | وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ ايَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ | 020:056:003 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 20:126 Allah buyurur: "Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun." | قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ ايَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسَىٰ | 020:126:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 20:127 İsraf eden/haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayan kimseleri biz böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı çok daha şiddetli, çok daha kalıcıdır. | وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِايَاتِ رَبِّهِ وَلَعَذَابُ الْاخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰ | 020:127:007 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 20:128 Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helâk etmemiz onları yola getirmedi mi? Onların yurtlarında/barınaklarında dolaşıp duruyorlar. Akıl sahipleri için bunda elbette ibretler vardır! | أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِأُولِي النُّهَىٰ | 020:128:015 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet (mu'cize) | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 20:133 Dediler ki: "Rabbinden bize bir mucize getirseydi ya!" Peki, önceki sayfalardaki açık kanıt onlara gelmedi mi? | وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِايَةٍ مِنْ رَبِّهِ أَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَىٰ | 020:133:004 |
ايَاتِكَ | āyātike | senin ayetlerine | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 2. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub kaf muttasıl (bitişik) zamir | 20:134 Eğer biz onları, ondan önce bir azapla helâk etseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: "Rabbimiz, ne olurdu bize bir resul gönderseydin de zelil ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!" | وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ ايَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَىٰ | 020:134:014 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 21:5 Şöyle de dediler: "Saçma sapan rüyalar bunlar! Belki de uydurduğu bir yalandır. Belki de bir şairdir o. Hadi bir mucize getirsin bize, öncekilere gönderildiği gibi..." | بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِايَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ | 021:005:011 |
ايَاتِهَا | āyātihā | ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs dişil tekil iyelik zamiri mecrur «ها» muttasıl (bitişik) zamir | 21:32 Göğü, korunmuş bir tavan yaptık. Ama onlar göğün ayetlerinden hâlâ yüz çeviriyorlar. | وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ ايَاتِهَا مُعْرِضُونَ | 021:032:007 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerimi | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 21:37 İnsan, aceleden yaratılmıştır. Ayetlerimi size göstereceğim. Benden acele istemeyin! | خُلِقَ الْإِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ ايَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ | 021:037:006 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 21:77 Ona, ayetlerimizi yalanlayan topluluğa karşı yardım ettik. Kötülüğün toplumuydu onlar. Hepsini birden batırıp boğduk. | وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ | 021:077:006 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 21:91 Ve o, cinsiyet organını/ırzını titizlikle koruyan kadın. Onun bağrına ruhumuzdan üfledik de kendisini ve oğlunu âlemler için bir mucize yaptık. | وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا ايَةً لِلْعَالَمِينَ | 021:091:010 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler olarak | N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim mecrur | 22:16 Biz onu, böylece açık seçik ayetler halinde indirdik. Kuşkusuz, Allah, dilediğine/dileyene kılavuzluk eder. | وَكَذَٰلِكَ أَنْزَلْنَاهُ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يُرِيدُ | 022:016:003 |
ايَاتِنَا | āyātinā | eyetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 22:51 Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere gelince, onlar cehennemin dostlarıdır. | وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي ايَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ | 022:051:004 |
ايَاتِهِ | āyātihi | kendi ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 22:52 Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey dilediğinde, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. | وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّىٰ أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ ايَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ | 022:052:024 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 22:57 İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar için aşağılayıcı bir azap öngörülmüştür. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَأُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ | 022:057:004 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 22:72 Onlara açık seçik ayetlerimiz okunduğunda, o küfre sapanların yüzlerinde bir hoşnutsuzluk/yadsıma görürsün. Kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracak olurlar. De ki: "Size şu yaptığınızdan daha kötü bir şey haber vereyim mi: Ateş! Allah onu inkârcılara vaat etmiştir. Ne kötü dönüş yeridir o!" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فِي وُجُوهِ الَّذِينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذِينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ ايَاتِنَا قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَٰلِكُمُ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ | 022:072:004 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 22:72 Onlara açık seçik ayetlerimiz okunduğunda, o küfre sapanların yüzlerinde bir hoşnutsuzluk/yadsıma görürsün. Kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracak olurlar. De ki: "Size şu yaptığınızdan daha kötü bir şey haber vereyim mi: Ateş! Allah onu inkârcılara vaat etmiştir. Ne kötü dönüş yeridir o!" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فِي وُجُوهِ الَّذِينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذِينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ ايَاتِنَا قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَٰلِكُمُ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ | 022:072:017 |
لَايَاتٍ | lāyātin | nice ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 23:30 Biz onları imtihan ediyor idiysek de bunda elbette ibretler vardır! | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ وَإِنْ كُنَّا لَمُبْتَلِينَ | 023:030:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 23:45 Sonra, Mûsa ile kardeşi Hârun'u mucizelerimizle, açık bir kanıtla gönderdik; | ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِايَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ | 023:045:006 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 23:50 Meryem'in oğluyla annesini birer ayet kıldık ve onları oturmaya uygun pınarlı bir tepeye yerleştirdik. | وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ ايَةً وَاوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ | 023:050:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerine | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 23:58 Onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler, | وَالَّذِينَ هُمْ بِايَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ | 023:058:003 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerim | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 23:66 "Ayetlerimiz size okunuyordu da siz ökçeleriniz üzerine gerisin geri dönüyordunuz." | قَدْ كَانَتْ ايَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَ | 023:066:003 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerim | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 23:105 "Ayetlerim size okunmadı mı?" Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz?" | أَلَمْ تَكُنْ ايَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ | 023:105:003 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 24:1 Bir suredir, indirdik onu; farz kıldık onu... Ve içinde açık seçik ayetler indirdik ki, düşünüp ders alabilesiniz. | سُورَةٌ أَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَأَنْزَلْنَا فِيهَا ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ | 024:001:006 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri(ni) | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 24:18 Allah size âyetleri bir bir açıklıyor; Allah bilendir ve hikmet sahibidir. | وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْايَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ | 024:018:004 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 24:34 Yemin olsun ki, size, gerçeği açık seçik anlatan ayetler, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler, korunanlar için de bir öğüt indirdik. | وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ ايَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِنَ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ | 024:034:004 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 24:46 Yemin olsun, biz açık seçik bilgiler veren ayetler indirdik. Allah, dilediğini/dileyeni dosdoğru yola iletiyor. | لَقَدْ أَنْزَلْنَا ايَاتٍ مُبَيِّنَاتٍ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ | 024:046:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 24:58 Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlarla, ergenlik yaşına gelmemiş olanlarınız sizden üç durumda izin istesinler: Sabah namazından önce, öğlen vaktinde elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam kılınan namazdan sonra... Kaygılanacağınız üç vakittir bunlar. Bunlar dışında size de onlara da bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ امَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْايَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ | 024:058:047 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 24:59 Çocuklarınız ergenlik çağına ulaştığında, kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi izin istesinler. Allah size ayetleri işte böyle açıklıyor. Allah her şeyi bilir, hikmeti sınırsızdır. | وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنْكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ ايَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ | 024:059:016 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 24:61 Köre güçlük yoktur; topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden gerekse şu kişilerin evlerinden yemek yemenizde bir sakınca yoktur: Babalarınızın evleri yahut annelerinizin evleri yahut kardeşlerinizin evleri yahut kızkardeşlerinizin evleri yahut amcalarınızın evleri yahut halalarınızın evleri yahut teyzelerinizin evleri yahut anahtarı size teslim edilmiş olan evler yahut arkadaşlarınızın evleri. Hep birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur. Evlere girdiğinizde, Allah katından bir esenlik, bir bereketlilik, bir temizlik dileği olarak kendinize de selam verin. Allah size ayetleri işte böyle ayan beyan bildiriyor ki, aklınızı çalıştırabilesiniz. | لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَىٰ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَىٰ أَنْفُسِكُمْ أَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ ابَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَىٰ أَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ | 024:061:074 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 25:36 Ardından şöyle dedik: "Ayetlerimizi yalanlayan topluluğa gidin." Biraz sonra da o topluluğu yerle bir ettik. | فَقُلْنَا اذْهَبَا إِلَى الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْمِيرًا | 025:036:007 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 25:37 Ve Nûh kavmi... Resulleri yalanladıklarında hepsini boğup, insanlara bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık. | وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ أَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ ايَةً وَأَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ عَذَابًا أَلِيمًا | 025:037:009 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetleri | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 25:73 Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar. | وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِايَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا | 025:073:004 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 26:2 İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri... | تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ | 026:002:002 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 26:4 Eğer istersek gökten üzerlerine bir mucize indiririz de boyunları onun önünde perişanlıkla eğilip kalır. | إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ ايَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ | 026:004:007 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:8 Bunda elbette bir mucize var, fakat onların çoğu mümin değiller. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:008:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 26:15 "Hayır, olmaz!" dediler. "Ayetlerimizi götürün. Biz sizinleyiz, herşeyi dinlemekteyiz." | قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِايَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ | 026:015:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:67 Bunda elbette bir ibret vardır ama onların çoğu inanmış kimseler değildi. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:067:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:103 Kuşkusuz, bütün bunlarda mutlaka bir ibret vardır. Ama onların çoğu müminler değil. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:103:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:121 Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu müminler değildi | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:121:004 |
ايَةً | āyeten | bir işaret (saraylar) | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 26:128 "Her yüksek tepeye/yola şaşılacak bir bina kurarak/bir işaret dikerek mi eğleniyorsunuz!" | أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ ايَةً تَعْبَثُونَ | 026:128:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:139 Onu bu şekilde yalanladılar, biz de onları helâk ettik. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu müminlerden değildi. | فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:139:006 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 26:154 "Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğru sözlülerden isen, hadi bir mucize getir." | مَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا فَأْتِ بِايَةٍ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ | 026:154:007 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:158 Sonunda azap onları yakaladı. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu inanan kişiler değildi. | فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:158:006 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:174 Elbette bunda bir ayet var ama onların çoğu müminler değildi. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:174:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 26:190 Bunda elbette bir ibret var ama onların çoğu inanan kişiler değildi. | إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ | 026:190:004 |
ايَةً | āyeten | bir delil | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 26:197 Beni İsrail bilginlerinin de onu bilmesi bunlar için bir belirti/kanıt değil mi? | أَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ ايَةً أَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ | 026:197:004 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 27:1 Tâ, Sîn. İşte bunlar Kur'an'ın ve açık seçik beyanda bulunan Kitap'ın ayetleridir. | طس تِلْكَ ايَاتُ الْقُرْانِ وَكِتَابٍ مُبِينٍ | 027:001:003 |
ايَاتٍ | āyātin | mu'cize | N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim mecrur | 27:12 "Elini koynuna sok; Firavun ve toplumuna yönelik dokuz mucizeden biri olarak pürüzsüz ve lekesiz, bembeyaz bir biçimde çıkacaktır. O Firavun ve yandaşları sapmış bir topluluk haline geldiler." | وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ فِي تِسْعِ ايَاتٍ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ | 027:012:012 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 27:13 İşte bu şekilde ayetlerimiz göz ve gönül açar bir biçimde onlara geldiğinde şunu deyiverdiler: "Açık bir büyüdür bu..." | فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ ايَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ | 027:013:003 |
لَايَةً | lāyeten | ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 27:52 İşte sana onların, işledikleri zulümler yüzünden çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç kuşkusuz bunda, ilmi kullanan bir topluluk için kesin bir ibret vardır. | فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُوا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 027:052:009 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 27:81 Ve sen, düştükleri sapıklıktan körleri de çıkaramazsın. Teslim olmuş kişiler halinde ayetlerimize inananlardan başkasına sesini duyuramazsın. | وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِايَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ | 027:081:012 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 27:82 O söz tepelerine indiğinde, yeryüzünden onlar için bir dâbbe/debelenir gibi yürüyen bir canlı çıkarırız da o onlara, insanların bizim ayetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler. | وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِايَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ | 027:082:014 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 27:83 O gün her ümmetin içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir zümre derleriz de onlar, toplu halde ortaya sürülürler. | وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِايَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ | 027:083:009 |
بِايَاتِي | biāyātī | ayetlerimi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri car mecrur ya muttasıl (bitişik) zamir | 27:84 Geldiklerinde Allah onlara: "Ayetlerimizi, ilminiz onları kuşatmadığı halde inkâr mı ettiniz yoksa ne yapıyordunuz?" der. | حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُمْ بِايَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ | 027:084:006 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ayetler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 27:86 Görmedin mi; biz geceyi, içinde dinlensinler diye, gündüzü de gösterici bir ışık olsun diye oluşturduk. İşte bunda, inanan bir topluluk için elbette ibretler vardır. | أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 027:086:013 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 27:93 Ve şöyle yakar: "Hamt olsun Allah'a! O size ayetlerini gösterecek de siz onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir." | وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ ايَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ | 027:093:005 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 28:2 İşte sana, açık seçik beyanda bulunan Kitap'ın ayetleri. | تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ | 028:002:002 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimiz sayesinde | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 28:35 Allah buyurdu: "Pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz; size öyle bir güç/kanıt vereceğiz ki size ulaşamayacaklar. Ayetlerimize yemin olsun ki, siz ve size uyanlar, galip gelenler olacaksınız." | قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِأَخِيكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ إِلَيْكُمَا بِايَاتِنَا أَنْتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ | 028:035:011 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 28:36 Bunun ardından Musa onlara açık seçik ayetlerimizi getirdiğinde onlar şöyle dediler: "Uydurulmuş bir büyüden başkası değil bu. İlk atalarımız arasında bunu hiç duymadık." | فَلَمَّا جَاءَهُمْ مُوسَىٰ بِايَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي ابَائِنَا الْأَوَّلِينَ | 028:036:004 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 28:45 Ancak biz, birçok nesil oluşturduk da bunlar üzerinden ömürler akıp gitti. Sen Medyen halkı içinde oturarak onlara ayetlerimizi okuyor değildin. Biz, peygamberler gönderiyoruz, hepsi bu. | وَلَٰكِنَّا أَنْشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ وَمَا كُنْتَ ثَاوِيًا فِي أَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُو عَلَيْهِمْ ايَاتِنَا وَلَٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ | 028:045:015 |
ايَاتِكَ | āyātike | ayetlerine | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 2. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur kaf muttasıl (bitişik) zamir | 28:47 Kendi ellerinin önden hazırladıkları yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde hemen şöyle diyorlar: "Rabbimiz, bize bir resul gönderseydin de senin ayetlerine uyup müminlerden olsaydık ne olurdu!" | وَلَوْلَا أَنْ تُصِيبَهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ ايَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ | 028:047:015 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 28:59 Senin Rabbin, memleketleri/medeniyetleri, ana merkezlerinde kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe helâk etmez. Biz; ülkeleri/medeniyetleri, halkları zulme sapmadıkları sürece helâk etmeyiz. | وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَىٰ حَتَّىٰ يَبْعَثَ فِي أُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْهِمْ ايَاتِنَا وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرَىٰ إِلَّا وَأَهْلُهَا ظَالِمُونَ | 028:059:013 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 28:87 Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra sakın seni geri çevirmesinler. Rabbine yakar/Rabbine çağır. Sakın şirke bulaşanlardan olma. | وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ ايَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنْزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ | 028:087:004 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 29:15 Biz, Nûh'u ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere ibret yaptık. | فَأَنْجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا ايَةً لِلْعَالَمِينَ | 029:015:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 29:23 Allah'ın ayetlerini ve Allah'a varmayı inkâr edenler, işte onlar, rahmetimden ümidi kesmişlerdir. Ve bunlar için acıklı bir azap öngörülmüştür. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَٰئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ | 029:023:003 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 29:24 Toplumunun İbrahim'e cevabı sadece şunu söylemeleri oldu: "Bunu öldürün, yahut yakın!" Ama Allah onu ateşten kurtardı. İnanan bir toplum için bunda elbette ibretler vardır. | فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنْجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 029:024:018 |
ايَةً | āyeten | bir işaret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 29:35 Yemin olsun, biz o kentten, aklını işleten bir topluluk için geriye apaçık bir işaret bıraktık. | وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَا ايَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 029:035:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim | 29:44 Allah gökleri de yeri de hak olarak yaratmıştır. Kuşkusuz, bunda, iman sahipleri için mutlak bir mucize vardır. | خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِلْمُؤْمِنِينَ | 029:044:009 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 29:47 Kitap'ı sana işte böyle indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Şunlar içinden de ona inananlar vardır. Bizim ayetlerimize, gerçeği örtenlerden başkası kafa tutmaz. | وَكَذَٰلِكَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ اتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَٰؤُلَاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِايَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ | 029:047:017 |
ايَاتٌ | āyātun | ayetlerdir | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 29:49 Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüsleri içinde ayan beyan ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi, zalimlerden başka kimse inkâr etmez. | بَلْ هُوَ ايَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِايَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ | 029:049:003 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 29:49 Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüsleri içinde ayan beyan ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi, zalimlerden başka kimse inkâr etmez. | بَلْ هُوَ ايَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِايَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ | 029:049:012 |
ايَاتٌ | āyātun | ayetler | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 29:50 Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu." | وَقَالُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَاتٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّمَا الْايَاتُ عِنْدَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ | 029:050:005 |
الْايَاتُ | l-āyātu | ayetler (mu'cizeler) | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 29:50 Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu." | وَقَالُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ايَاتٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّمَا الْايَاتُ عِنْدَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ | 029:050:010 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 30:10 Sonra o çirkinlik ve kötülük sergileyenlerin sonu, çirkinlik ve kötülüğün en beteri oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanlamışlardı ve o ayetlerle alay ediyorlardı. | ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاءُوا السُّوأَىٰ أَنْ كَذَّبُوا بِايَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِئُونَ | 030:010:009 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 30:16 İnkâr edip ayetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulurlar. | وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا وَلِقَاءِ الْاخِرَةِ فَأُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ | 030:016:005 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:20 Onun ayetlerinden biri de sizi, topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra siz bir insan türü oldunuz, her tarafa yayılıyorsunuz. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ | 030:020:002 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:21 Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 030:021:002 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 30:21 Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 030:021:018 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:22 Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِلْعَالِمِينَ | 030:022:002 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 30:22 Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِلْعَالِمِينَ | 030:022:012 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:23 Gece ve gündüz uyumanız, onun lütfundan nasip aramanız da O'nun ayetlerindendir. Bunda, işitebilen bir toplum için elbette ibretler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ | 030:023:002 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 30:23 Gece ve gündüz uyumanız, onun lütfundan nasip aramanız da O'nun ayetlerindendir. Bunda, işitebilen bir toplum için elbette ibretler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ | 030:023:012 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:24 Yine O'nun ayetlerindendir ki O size, korku ve ümit olmak üzere şimşeği gösteriyor; gökten bir su indiriyor da ölümünden sonra toprağı onunla canlandırıyor. Bunda, aklını işleten bir topluluk için elbette mucizeler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 030:024:002 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 30:24 Yine O'nun ayetlerindendir ki O size, korku ve ümit olmak üzere şimşeği gösteriyor; gökten bir su indiriyor da ölümünden sonra toprağı onunla canlandırıyor. Bunda, aklını işleten bir topluluk için elbette mucizeler vardır. | وَمِنْ ايَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 030:024:019 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:25 Göğün ve yerin O'nun emriyle ayakta durması da O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi bir çağrıyla davet ettiğinde siz yerden hemen çıkacaksınız. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنْ تَقُومَ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْأَرْضِ إِذَا أَنْتُمْ تَخْرُجُونَ | 030:025:002 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 30:28 Size öz benliklerinizden bir örnek verdi: Ellerinizin altında bulunanlarda, size verdiğimiz rızıklarda, sizinle aynı haklara sahip, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz ortaklarınız var mı? İşte biz, aklını işletecek bir topluluk için ayetleri böyle açık açık sıralıyoruz. | ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنْتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْايَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 030:028:025 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 30:37Görmediler mi Allah, dilediğine rızkı genişçe veriyor, dilediğine kısıyor. İnanan bir topluluk için bunda elbette ibretler vardır. | أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 030:037:013 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 30:46O'nun ayetlerindendir ki, size rahmetinden tattırsın; gemiler, buyruğu ile akıp gitsin. Lütfundan nasip arayasınız ve şükredebilesiniz diye, rüzgarları müjdeciler olarak gönderir. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذِيقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِهِ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ | 030:046:002 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 30:53Ve sen körleri de sapıklıklarından aydınlığa çıkaramazsın. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletirsin de onlar müslüman oluverirler. | وَمَا أَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِايَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ | 030:053:012 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir ayet | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 30:58Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik. Sen onlara bir mucize getirsen, o inkar edenler mutlaka şöyle diyeceklerdir: "Siz, eskiyi hükümsüz kılanlardan başkası değilsiniz." | وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَٰذَا الْقُرْانِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ بِايَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُبْطِلُونَ | 030:058:012 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 31:2 İşte sana, o hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri. | تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ | 031:002:002 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 31:7 Ayetlerimiz ona okunduğunda, böbürlenerek yüzünü çevir. Sanki onları hiç işitmemiştir, sanki kulaklarında bir ağırlık vardır. İşte böylesini, korkunç bir azapla muştula. | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ايَاتُنَا وَلَّىٰ مُسْتَكْبِرًا كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْرًا فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ | 031:007:004 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 31:31 Size, ayetlerinden göstermek için, Allah'ın nimetleriyle gemilerin denizde akıp gidişini görmedin mi? Kuşkusuz, bunda gereğince sabreden, gereğince şükreden herkes için kesin ibretler vardır. | أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللَّهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ ايَاتِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 031:031:012 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 31:31 Size, ayetlerinden göstermek için, Allah'ın nimetleriyle gemilerin denizde akıp gidişini görmedin mi? Kuşkusuz, bunda gereğince sabreden, gereğince şükreden herkes için kesin ibretler vardır. | أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللَّهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ ايَاتِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 031:031:016 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 31:32 Kara bulutlar gibi dalga kendilerini kuşattığı zaman; Allah'a, dini O'na özgüleyerek yalvarırlar. Fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca, içlerinden sadece bir kısmı doğru yolu tutar. Bizim ayetlerimize, gaddar nankörlerin tümünden başkası karşı çıkmaz. | وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِايَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ | 031:032:018 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 32:15 Bizim ayetlerimize o kimseler inanır ki, onlarla kendilerine öğüt verildiğinde, secdelere kapanırlar ve hiç böbürlenmeyerek Rablerine hamt ile tespih ederler. | إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِايَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ | 032:015:003 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetleriyle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 32:22 Rabbinin ayetleri kendilerine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Suçlulardan mutlaka intikam alacağız biz! | وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِايَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ | 032:022:005 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 32:24 Sabrettikleri zaman içlerinden, bizim emrimizle doğru yola ileten önderler çıkarmıştık. Onlar bizim ayetlerimize gereğince inanıyorlardı. | وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا وَكَانُوا بِايَاتِنَا يُوقِنُونَ | 032:024:009 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 32:26 Evlerinde, yurtlarında dolaşıp durdukları nice nesilleri, kendilerinden önce helâk etmiş olmamız onlara yol göstermedi mi? Kuşkusuz, bunda ibretler vardır. Hâlâ işitmiyorlar mı? | أَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ أَفَلَا يَسْمَعُونَ | 032:026:016 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 33:34 Evlerinizde Allah'ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latîf'tir, Habîr'dir. | وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَىٰ فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ ايَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا | 033:034:007 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 34:5 Ayetlerimizi hükümsüz kılmak uğruna koşuşup duranlar var ya, onlar için pislikten, inletici bir azap vardır. | وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي ايَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ | 034:005:004 |
لَايَةً | lāyeten | bir ibret | EMPH– vurgulu önek lām N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mansub | 34:9 Onlar, önlerinde ve arkalarında, gökten ve yerden neler var, görmediler mi? Dilesek onları yere batırırız ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz, bütün bunlarda Allah'a yönelen her kul için mutlak bir ibret vardır. | أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ | 034:009:026 |
ايَةٌ | āyetun | bir ibret | N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim merfu | 34:15 Yemin olsun, Sebe' için kendi meskenlerinde bir ibret vardı. Sağ ve soldan iki bahçe. Rabbinizin rızkından yiyin de O'na şükredin. Tertemiz bir belde ve affeden bir Rab... | لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ ايَةٌ جَنَّتَانِ عَنْ يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ | 034:015:006 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 34:19 Ama onlar, tutup şöyle dediler: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzaklaştır!" Böylece kendilerine zulmettiler de biz de onları efsaneler haline getirdik; hepsini darmadağın ettik. İşte bunda, gereğince sabreden, yeterince şükreden herkes için elbette ibretler vardır. | فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 034:019:016 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 34:38 Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için koşuşanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulacaklardır. | وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي ايَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ | 034:038:004 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 34:43 Ayetlerimiz açık seçik kanıtlar halinde karşılarında okununca şöyle derler: "Bu adam, atalarınızın kulluk/ibadet etmekte olduklarından sizi vazgeçirmek isteyen birinden başkası değil." Şunu da söylerler: "Bu, düzenlenmş bir yalandan/iftiradan başka şey değildir." Hakkı inkâr edenler, o kendilerine geldiğinde şöyle demişlerdir: "Açık bir büyüden başka şey değil bu!" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ ابَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا إِفْكٌ مُفْتَرًى وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ | 034:043:004 |
وَايَةٌ | ve āyetun | ve bir ayettir | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim atıf vavı merfu | 36:33 Ölü toprak onlar için bir mucizedir. Onu dirilttik, ondan dâne çıkardık; bak işte ondan yiyorlar. | وَايَةٌ لَهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ | 036:033:001 |
وَايَةٌ | ve āyetun | ve bir ayettir | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim atıf vavı merfu | 36:37 Gece de onlar için bir mucizedir. Gündüzü ondan soyup alırız da onlar karanlığa gömülüverirler. | وَايَةٌ لَهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ | 036:037:001 |
وَايَةٌ | ve āyetun | ve bir ayet | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– yalın hal dişil tekil belirsiz isim atıf vavı merfu | 36:41 Zürriyetlerini o dopdolu gemilerde taşımamız da onlar için bir ayettir. | وَايَةٌ لَهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ | 036:041:001 |
ايَةٍ | āyetin | ayet | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 36:46 Çünkü Rablerinin ayetlerinden kendilerine bir ayet gelince, ondan mutlaka yüz çevirmişlerdir. | وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ ايَةٍ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ | 036:046:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 36:46 Çünkü Rablerinin ayetlerinden kendilerine bir ayet gelince, ondan mutlaka yüz çevirmişlerdir. | وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ ايَةٍ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ | 036:046:006 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 37:14 Bir ayetle yüzyüze geldiklerinde, dudak büküp eğleniyorlar. | وَإِذَا رَأَوْا ايَةً يَسْتَسْخِرُونَ | 037:014:003 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri | 38:29 Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. | كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا ايَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ | 038:029:006 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 39:42 Allah, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır. | اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَىٰ عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَىٰ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 039:042:024 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 39:52 Bilmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine açıp yayar da kısıp daraltır da. İman eden bir toplum için bunda elbette ibretler vardır. | أَوَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ | 039:052:013 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerim | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 39:59 Hayır, olmaz! Ayetlerim sana geldi de onları hemen yalanlayıverdin; büyüklük tasladın ve kafirlerden oldun. | بَلَىٰ قَدْ جَاءَتْكَ ايَاتِي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ | 039:059:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 39:63 Göklerin ve yerin kilitleri/anahtarları O'nundur. Allah'ın ayetlerini inkar edenler, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. | لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِ اللَّهِ أُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ | 039:063:007 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 39:71İnkar edenler bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Oraya geldiklerinde onun kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: "Size, içinizden resuller gelmedi mi ki, Rabbinizin ayetlerini karşınızda okusunlar ve sizi şu gününüze kavuşmanız hususunda uyarsınlar?" Onlar: "Evet, derler, geldiler ama inkarcılar hakkında azap hükmü hak oldu." | وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ جَهَنَّمَ زُمَرًا حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ ايَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا قَالُوا بَلَىٰ وَلَٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ | 039:071:021 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 40:4 Allah'ın ayetleri hakkında, küfre sapmış olanlardan başkası çekişip didişmez. Onların beldelerde dolaşıp durmaları seni aldatmasın. | مَا يُجَادِلُ فِي ايَاتِ اللَّهِ إِلَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ | 040:004:004 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 40:13 O odur ki size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten bir rızık indiriyor. O'na yönelenden başkası öğüt alamaz. | هُوَ الَّذِي يُرِيكُمْ ايَاتِهِ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ رِزْقًا وَمَا يَتَذَكَّرُ إِلَّا مَنْ يُنِيبُ | 040:013:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 40:23 Yemin olsun, Mûsa'yı da ayetlerimizle ve apaçık bir kanıtla göndermiştik. | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِايَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ | 040:023:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 40:35 Kendilerine gelmiş bir kanıt olmaksızın Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenlerin durumu, hem Allah katında hem de inananların katında büyük bir öfke konusu olmuştur. Allah, tüm zorba, kibirli kalpler üzerine işte böyle mühür basıyor. | الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي ايَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ وَعِنْدَ الَّذِينَ امَنُوا كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ | 040:035:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 40:56 Kendilerine gelmiş hiçbir kanıt olmadan, Allah'ın ayetleri hakkında tartışıp duranlar var ya, onların göğüslerinde, asla ulaşamayacakları bir büyüklüğün kuruntusu vardır. Artık Allah'a sığın! O'dur Semî, O'dur Basîr. | إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي ايَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِنْ فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ | 040:056:005 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 40:63 Allah'ın ayetlerine kafa tutanlar, işte böyle döndürülürler. | كَذَٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذِينَ كَانُوا بِايَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ | 040:063:005 |
ايَاتِ | āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 40:69 Bakmadın mı Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlara, nasıl döndürülüyorlar! | أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي ايَاتِ اللَّهِ أَنَّىٰ يُصْرَفُونَ | 040:069:007 |
بِايَةٍ | biāyetin | bir mu'cize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil tekil belirsiz isim car mecrur | 40:78 Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik. Onların bir kısmının hayat ve hatırasını sana anlattık, bir kısmının hayat ve hatırasından sana bahsetmedik. Hiçbir resulün, Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir mucize getirmesi söz konusu olamaz. Allah'ın emri geldiğinde, hakla hükmedilir ve gerçeği hükümsüz kılmaya çalışanlar orada hüsrana uğrarlar. | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِايَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ | 040:078:020 |
ايَاتِهِ | āyātihi | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 40:81 Allah size ayetlerini gösteriyor. Allah'ın ayetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz? | وَيُرِيكُمْ ايَاتِهِ فَأَيَّ ايَاتِ اللَّهِ تُنْكِرُونَ | 040:081:002 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerinden | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 40:81 Allah size ayetlerini gösteriyor. Allah'ın ayetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz? | وَيُرِيكُمْ ايَاتِهِ فَأَيَّ ايَاتِ اللَّهِ تُنْكِرُونَ | 040:081:004 |
ايَاتُهُ | āyātuhu | ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu he muttasıl (bitişik) zamir | 41:3 Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça bir Kur'an halinde ayrıntılı kılınmış bir kitaptır bu. | كِتَابٌ فُصِّلَتْ ايَاتُهُ قُرْانًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ | 041:003:003 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | bizim ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 41:15 Âd toplumu yeryüzünde haksız bir biçimde büyüklük tasladı da şöyle dediler: "Bizden daha güçlü kim var?" Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın, evet O'nun, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Bunlar, bizim ayetlerimize de karşı çıkıyorlardı. | فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَكَانُوا بِايَاتِنَا يَجْحَدُونَ | 041:015:024 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 41:28 İşte bu, Allah düşmanlarının cezası olan ateştir. Ayetlerimize karşı çıkmalarından ötürü, orada kendileri için sürekli kalış yeri vardır. | ذَٰلِكَ جَزَاءُ أَعْدَاءِ اللَّهِ النَّارُ لَهُمْ فِيهَا دَارُ الْخُلْدِ جَزَاءً بِمَا كَانُوا بِايَاتِنَا يَجْحَدُونَ | 041:028:013 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerindendir | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 41:37 Gece ve gündüz, Güneş ve Ay onun ayetlerindendir. Eğer sadece Allah'a kulluk/ibadet ediyorsanız, Güneş'e, Ay'a secde etmeyin; onları yaratan Allah'a secde edin! | وَمِنْ ايَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ | 041:037:002 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerinden | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 41:39 Sen, toprağı huşû halinde boynu bükük görüyorsun ya, işte o da Allah'ın ayetlerindendir. Onun üzerine suyu indirdiğimizde, o titrer ve kabarır. Hiç kuşkusuz, onu dirilten Muhyi ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şey üzerinde güç sahibidir. | وَمِنْ ايَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَىٰ إِنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ | 041:039:002 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 41:40 Ayetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar, bize gizli kalmazlar. Şimdi, ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyamet günü güven içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir. | إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي ايَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَنْ يُلْقَىٰ فِي النَّارِ خَيْرٌ أَمْ مَنْ يَأْتِي امِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ | 041:040:005 |
ايَاتُهُ | āyātuhu | onun ayetleri | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri merfu he muttasıl (bitişik) zamir | 41:44 Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: "Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi?/Arap'a yabancı dil mi?/ister yabancı dilde, ister Arapça!" De ki: "O, iman edenler için bir kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur'an, onlar için bir körlüktür. Böylelerine, çok uzak bir mekândan seslenilmektedir." | وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْانًا أَعْجَمِيًّا لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ ايَاتُهُ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ امَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي اذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى أُولَٰئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَعِيدٍ | 041:044:008 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimizi | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 41:53 Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi? | سَنُرِيهِمْ ايَاتِنَا فِي الْافَاقِ وَفِي أَنْفُسِهِمْ حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ | 041:053:002 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerindendir | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 42:29 Gökleri ve yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması da O'nun ayetlerindendir. O, dilediği zamanda onları biraraya getirmeye kadirdir. | وَمِنْ ايَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِنْ دَابَّةٍ وَهُوَ عَلَىٰ جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ | 042:029:002 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerindendir | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 42:32 Denizde o dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nun ayetlerindendir. | وَمِنْ ايَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ | 042:032:002 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 42:33 Dilerse rüzgârı durdurur da o akıp giden gemiler denizin sırtında donmuş gibi kalırlar. Gereğince sabreden, gereğince şükreden herkes için bütün bunlarda elbette ki ibretler vardır. | إِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَىٰ ظَهْرِهِ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ | 042:033:012 |
ايَاتِنَا | āyātinā | ayetlerimiz | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 42:35 Ki ayetlerimiz hakkında tartışıp duranlar kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler. | وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي ايَاتِنَا مَا لَهُمْ مِنْ مَحِيصٍ | 042:035:005 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 43:46 Yemin olsun, Mûsa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve onun üst düzey adamlarına gönderdik de onlara dedi ki: "Ben âlemlerin Rabbi'nin resulüyüm." | وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِايَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ | 043:046:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizle | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 43:47 Mûsa onlara ayetlerimizi getirdiğinde onlar bu ayetlere gülüyorlardı. | فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِايَاتِنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ | 043:047:003 |
ايَةٍ | āyetin | mu'cize | N– -in hali dişil tekil belirsiz isim mecrur | 43:48 Onlara gösterir olduğumuz her ayet/alâmet, kızkardeşi ayet/alâmetten mutlaka daha büyüktür. Belki dönerler diye onları azapla da yakalamışızdır. | وَمَا نُرِيهِمْ مِنْ ايَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا وَأَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ | 043:048:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimize | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 43:69 Onlar, ayetlerimize iman edip müslüman olmuşlardı. | الَّذِينَ امَنُوا بِايَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ | 043:069:003 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetler- | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 44:33 Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler vermiştik. | وَاتَيْنَاهُمْ مِنَ الْايَاتِ مَا فِيهِ بَلَاءٌ مُبِينٌ | 044:033:003 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler vardır | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 45:3 Kuşkusuz, göklerde ve yerde, iman sahipleri için sayısız ayetler vardır. | إِنَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَايَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ | 045:003:005 |
ايَاتٌ | āyātun | ibretler vardır | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 45:4 Ve sizin yaratılışınızda, her yana yaydığı canlılarda, kesinliği yakalayan bir topluluk için ibretler, işaretler vardır. | وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ ايَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ | 045:004:007 |
ايَاتٌ | āyātun | ibretler vardır | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 45:5 Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah'ın gökten bir rızık indirip de onunla yerküreyi ölümünden sonra hayata kavuşturmasında, rüzgârların herbir yana sevkedilişinde de aklını çalıştıran bir topluluk için izler, işaretler vardır. | وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ رِزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ ايَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ | 045:005:018 |
ايَاتُ | āyātu | ayetleridir | N– yalın hal dişil çoğul isim merfu | 45:6 İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?! | تِلْكَ ايَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَايَاتِهِ يُؤْمِنُونَ | 045:006:002 |
وَايَاتِهِ | ve āyātihi | ve O'nun ayetlerinden | CONJ– önekli bağlaç wa (ve) N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri atıf vavı mecrur he muttasıl (bitişik) zamir | 45:6 İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?! | تِلْكَ ايَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَايَاتِهِ يُؤْمِنُونَ | 045:006:011 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerinin | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 45:8 Ki Allah'ın ayetlerinin kendisine okunuşunu dinler, sonra böbürlenmiş olarak inadında devam eder. Sanki hiç duymamıştır onları. Artık acıklı bir azapla muştula böylesini! | يَسْمَعُ ايَاتِ اللَّهِ تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَأَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ | 045:008:002 |
ايَاتِنَا | āyātinā | bizim ayetlerimiz- | N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 45:9 Ayetlerimizden birşeyin bilgisine ulaşınca, alaya aldı onu. İşte onlar içindir horlayıp yere batıran bir azap. | وَإِذَا عَلِمَ مِنْ ايَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ | 045:009:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim car mecrur | 45:11 İyiye ve güzele bir kılavuzdur bu! Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için, korkunç bir pislik azabı öngörülmüştür. | هَٰذَا هُدًى وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ | 045:011:005 |
لَايَاتٍ | lāyātin | ibretler | EMPH– vurgulu önek lām N– -in hali dişil çoğul belirsiz isim tekid (kuvvetlendirme) Lâmı mecrur | 45:13 Göklerde ne var, yerde ne varsa tümünü, O'ndan bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir. Bunda, derin derin düşünen bir topluluk için elbette ibretler vardır. | وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ | 045:013:014 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 45:25 Ayetlerimiz, karşılarında açık seçik mesajlar halinde okunduğunda, delilleri sadece şöyle demek olmuştur: "Doğru sözlüler iseniz atalarımızı getirin." | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا ائْتُوا بِابَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ | 045:025:004 |
ايَاتِي | āyātī | ayetlerim | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs tekil iyelik zamiri merfu ya muttasıl (bitişik) zamir | 45:31 İnkâr ve nankörlüğe sapmış olanlara gelince, onlara şöyle denecek: "Ayetlerimiz karşınızda okunurdu ama siz büyüklük taslardınız, suç işleyen bir toplum oldunuz, öyle değil mi?" | وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا أَفَلَمْ تَكُنْ ايَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْمًا مُجْرِمِينَ | 045:031:006 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerini | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 45:35 Bunun sebebi şudur: "Siz, Allah'ın ayetlerini eğlence aracı yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı/gurura itti. Bugün ateşten çıkarılmayacaklar, özür dilemeleri de kabul edilmeyecek." | ذَٰلِكُمْ بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ ايَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ | 045:035:004 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 46:7 Herşeyi ayan beyan gösteren ayetlerimiz onlara okunduğunda, kendilerine gelmiş olan hakkı inkâr edenler şöyle derler: "Açık bir büyüdür bu!" | وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ | 046:007:004 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 46:26 Yemin olsun, onlara, size vermediğimiz imkân ve kudreti vermiştik. Onlar için işitme gücü, gözler ve gönüller oluşturmuştuk. Fakat, işitme güçleri de gözleri de gönülleri de kendilerine hiçbir yarar sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı; çünkü ayetlerimize karşı direniyorlardı. Ve alaya aldıkları şey, onları kuşatıp sardı. | وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِنْ مَكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِايَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ | 046:026:025 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 46:27 Yemin olsun, sizi çevreleyen kentleri/medeniyetleri de helâk ettik. Belki dönerler diye ayetleri değişik biçimlerde sıralayıp durmuştuk. | وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرَىٰ وَصَرَّفْنَا الْايَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ | 046:027:008 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 48:20Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaat etti. Şunu da size aceleden verdi ve insanların ellerini de sizden uzak tuttu ki bu, inananlara bir ibret olsun ve Allah sizi dosdoğru yola kılavulasın. | وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هَٰذِهِ وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ وَلِتَكُونَ ايَةً لِلْمُؤْمِنِينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا | 048:020:014 |
ايَاتٌ | āyātun | nice ibretler | N– yalın hal dişil çoğul belirsiz isim merfu | 51:20 Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için. | وَفِي الْأَرْضِ ايَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ | 051:020:003 |
ايَةً | āyeten | bir ibret | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 51:37 Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık; | وَتَرَكْنَا فِيهَا ايَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ | 051:037:003 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerinden | N– -in hali dişil çoğul isim mecrur | 53:18 Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. | لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ ايَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَىٰ | 053:018:004 |
ايَةً | āyeten | bir mu'cize | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 54:2 Bir ayet/alâmet görseler yüz çeviriyorlar ve şöyle diyorlar: "Sürüp giden bir büyüdür bu!" | وَإِنْ يَرَوْا ايَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ | 054:002:003 |
ايَةً | āyeten | bir ibret olarak | N– ismin -i hali dişil tekil belirsiz isim mansub | 54:15 Yemin olsun ki, biz onu bir ibret ve işaret olarak arkaya bıraktık. Yok mu araştırıp öğüt alacak? | وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا ايَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ | 054:015:003 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 54:42 Ayetlerimizin tümünü yalanladılar da biz de onları onurlu ve güçlü birine yaraşır bir yakalayışla yakaladık. | كَذَّبُوا بِايَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ | 054:042:002 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 57:9 O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine, gerçeği apaçık gösteren ayetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. | هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَىٰ عَبْدِهِ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ | 057:009:006 |
الْايَاتِ | l-āyāti | ayetleri | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 57:17 Bilin ki Allah, toprağa ölümünden sonra hayat verir. Ayetleri size açık seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. | اعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ | 057:017:011 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 57:19 Allah'a ve resulüne inananlar var ya, özü sözü doğru kişiler onlardır. Rableri katında tanık olanlar/şehitlik mertebesine erenler de onlardır. Onların ödülleri ve ışıkları vardır. Küfre sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemin dostu olacaklardır. | وَالَّذِينَ امَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُولَٰئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ | 057:019:017 |
ايَاتٍ | āyātin | ayetler | N– ismin -i hali dişil çoğul belirsiz isim mansub | 58:5 Allah'a ve resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin çarpılıp tepelendikleri gibi çarpılıp tepeleneceklerdir. Biz, gerçekleri apaçık gösteren ayetler indirmişizdir. Küfre sapanlar için, rezil edici bir azap vardır. | إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَقَدْ أَنْزَلْنَا ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُهِينٌ | 058:005:014 |
ايَاتِهِ | āyātihi | O'nun ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim PRON– 3. şahıs eril tekil iyelik zamiri mansub he muttasıl (bitişik) zamir | 62:2 O Allah'tır ki, ümmîlere içlerinden bir resul göndermiştir de o, onlara Allah'ın ayetlerini okur, onları arıtıp temizler, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretir. Onlar bundan önce tam bir sapıklık içine gömülmüşlerdi. | هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ ايَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ | 062:002:010 |
بِايَاتِ | biāyāti | ayetlerini | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim | 62:5 Sırtlarına Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele ulaştırmaz. | مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِايَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ | 062:005:017 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 64:10 Küfre sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar, içinde sürekli kalacakları ateşin dostlarıdır. Ne kötü dönüş yeridir orası! | وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ خَالِدِينَ فِيهَا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ | 064:010:004 |
ايَاتِ | āyāti | ayetlerini | N– ismin -i hali dişil çoğul isim mansub | 65:11 Bir elçi indirmiştir ki, iman edip hayra ve barışa yönelik işler sergileyenleri, karanlıklardan nura çıkarmak için Allah'ın ayetlerini açık seçik okur. Allah'a inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları Allah, altlarından ırmaklar akan cennetlere/bahçelere koyacaktır. Onlar orada sonsuza dek kalıcıdır. Allah böylesi için rızkı gerçekten güzelleştirmiştir. | رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ ايَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَ الَّذِينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا | 065:011:004 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 68:15 Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!" | إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ايَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ | 068:015:004 |
لِايَاتِنَا | liāyātinā | bizim ayetlerimize karşı | P– önekli edat lām N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 74:16 Hayır, iş sanıldığı gibi değil! O, bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. | كَلَّا إِنَّهُ كَانَ لِايَاتِنَا عَنِيدًا | 074:016:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 78:28 Ayetlerimizi pervasızca yalanlamışlardı. | وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا كِذَّابًا | 078:028:002 |
الْايَةَ | l-āyete | mu'cizeyi | N– ismin -i hali dişil tekil isim mansub | 79:20 Derken, ona o en büyük mucizeyi gösterdi. | فَأَرَاهُ الْايَةَ الْكُبْرَىٰ | 079:020:002 |
ايَاتُنَا | āyātunā | ayetlerimiz | N– yalın hal dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri merfu «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 83:13 Ayetlerimiz ona okunduğunda, "Daha öncekilerin efsaneleri!" deyiverir. | إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ايَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ | 083:013:004 |
بِايَاتِنَا | biāyātinā | ayetlerimizi | P– önekli edat bi N– -in hali dişil çoğul isim PRON– 1. şahıs çoğul iyelik zamiri car mecrur «نا» muttasıl (bitişik) zamir | 90:19 Bizim ayetlerimizi tanımayanlara gelince bunlar; şomluk, uğursuzluk yâranıdır. | وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِايَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ | 090:019:003 |